Yukarı Bakma! Bakmak Zorundayım...
- eceozen23
- Jan 22, 2022
- 4 min read
Updated: Aug 10, 2023
2022'ye başlarken, iklim krizi hakkında daha çok konuşacağımı tahmin ediyordum. Bu kadar çabuk olmasına ise ben de çok şaşırdım, yalan yok. Adam McKay bugün bizi bir araya getirdi. Tabii ki ilk kriterim asla o değildi, yönetmenlerle ilgili fikir sahibi olabilmek için hala uğraşıyorum. Onun yerine DiCaprio ve Lawrence gerçeği, duyduğum iyi yorumlar ve 350.org Türkiye'nin bu konuda hazırladığı yazı günlerdir -zaten aklımda olan filmin- içimi kemirmesine sebep oldu.
Öncelikle belirteyim henüz 350.org'u yazısını okumadım, etkisinde kalıp benzer şeyler söylemek istemiyorum. Filmi izleyeli en fazla bir saat olmuştur. Neredeyse izlerken yazmaya başlayacaktım ama gözlerimi ayıramadım. Önce genel olarak filmden bahsederek başlamak istiyorum. Filmin ana fikri aslında çok açık, hatta o kadar açık ki instagram'da post atarken bir iklim grevinden alınan döviz fotoğrafını paylaşacağım. Adam McKay diyor ki; 'Every disaster movie starts with the government ignore a scientist'. Bunda hem fikiriz, yıllarca görmezden gelinen bilim insanının gözlerden uzaklaşmasını ve sesinin artık duyulmadığı noktada, erkek baş karakterimizin ailesini kurtarma hikayesini izledik Hollywood'da.
Bugün o bilim insanlarına bakacağız biraz. Kendi hislerime girmeden önce, ufak bir tetikleme uyarısı yapmak istiyorum, hayatınızın herhangi bir anında iklim krizi işlerine ciddi bir bakış attıysanız, filmi izlerken ya da yazdıklarımı okurken nefes alamıyor gibi hissetmemeniz olağan değil. Karlı bir İstanbul gecesinde tavsiyem cama yakın oturmanız, arada karın ılık soğuğunun yüzünüze çarpmasına izin vermenizdir. Bu uyarıyı, insanların bir kitaba başlamadan önce tetikleyici olabilecek olayları kontrol ederek başladıklarını öğrenmemin arifesinde yazıyorum. Asla böyle bir kitap seçme tekniğim yok ama batıl inançlarım var mesela kitapların okunmaları gerektiği zaman sizi seçtikleri gibi.
Konuyu dağıtıyorum. Konuyu dağıtmamalıyım. Pandemi sebebiyle sinemalara erişim güçleştiğinden beri, filmleri herkesle beraber izlemekte biraz zorlanıyorum. 24 saatlik günde 72 saatlik plan yapan bir insan için gayet iyi idare ediyorum ama yine de dizi ve filmleri geriden takip ediyorum. Yani büyük ihtimalle ben bu yazıyı paylaştığımda büyük kısmınız çoktan filmi izlemiş olacaksınız ancak izlemediyseniz de uyarayım, bir sonraki paragrafta hikayeden bahsedeceğim. İsterseniz iki sonraki paragraftan devam edebilirsiniz.
Hikaye Jenniffer Lawrence'ın canlandırdığı doktora öğrencisi Kate Dibiasky'nin danışmanı olan ve Leonardo DiCaprio tarafından canlandırılan Doktor Randal Mindy ile Dünya'ya yaklaşan ve gezegen öldüren sınıfında bir kuyrukluyıldızı keşfetmesi ile başlıyor. Dibiasky 6 ay içinde Dünya'nın yok olacağı gerçeğiyle baş edemezken bir de ABD hükümetinin ve Dünya vatandaşlarının ciddiyetsiz tavırları ile karşı karşıya kalıyor. İşler tam istediğimiz gibi gidiyor Dünya'yı kurtaracağız derken, bir milyarderin kuyrukluyıldız madenciliğiyle zengin olma fikirleri tüm kurtulma umutlarını yerle yeksan ediyor ve artık ölüme geri sayıyoruz.
Filmi izlerken o kadar çok şey geçti ki aklımdan, alakalı alakasız, iklim kriziyle ilgili, oyuncularla ilgili. Filmde Dünya'yı kurtarmaya yaklaştığımız o 20 dakika hariç yüreğim sürekli pırpır etti. Bilmem duydunuz mu hiç bu soruyu: bir gün evde otururken kapı çalıyor, açıyorsunuz kapıda biri duruyor elinde bir kitapla. Sizin en sevdiği kitabın baş karakteri olduğunuzu sizi kurtarmaya geldiğini söyleyerek kitabı uzatıyor. Kitabı okur muydunuz?
Birkaç sene önce Ursula K. LeGuin'in Her Yerden Çok Uzakta'sını okuyana kadar bu soru için bir dakika bile düşünmezdim. Cevap evetti, tabii ki okuyacaktım. Sonra Owen Griffiths ile tanıştım. Hikayemiz çok benzer başlıyordu, elim ayağıma dolaştı sanki biri boğazıma bastı. Hayır, asla okuyamazdım. Beynim bunu kaldırabilse de kalbim kaldırmazdı. Yıllar sonra bunun aynısını bu filmi izlerken farkettim. Bu kadar yüzyüze olduğum bir şeyi izlemek kalbimi çok yordu. Biraz dağınıkça bazı sahneler üzerine konuşalım hadi.
Eminim hepiniz bir filmi izlerken kendinizi ana karakterin yerine koyuyorsunuzdur. Ben bunu hep yaparım, hatta bazen aşırı abarttığımı, hikayeyi fazla ciddiye aldığımı söyleyenler olur. Ama Kate Dibiasky ile mizacımız aynı, olayları kaldıramayışı, ekranda bas bas 'We all gonna die' diye bağırması, kavga eder gibi konuşması, ciddiye alınmadığını farkettiğinde çıldırması... Daha sayayım mı? Film boyunca Dibiasky'nin gözlerini dolu dolu gördüğümde kendimi gördüm, inanır mısınız pes edişinde bile kendimi gördüm.
Randal Mindy. Başta panik atağı olan, konuşamayan doktorumuz ekran yüzü oldu. Uyumlu olursa çözüme gideriz sandı. Dr. Mindy'nin televizyonda çıldırdığı sahnede is DiCaprio'yu gördüm. The Revenant'ı çekerken istedikleri gibi karlı bir alan bulamadıklarında DiCaprio iklim krizi gerçeğine uyanıyor, daha sonra Before The Flood isimli belgeseli çekiyor. O kadar eminim ki o sahnede bağıranın, gözleri dolanın Leonardo DiCaprio olduğuna, o kadar gerçek ki o sahne.
Karakterlerin tepkileri, vazgeçişleri, insanları bir araya toplayabilmek için düzenledikleri konser, Dr. Teddy Oglethrop'un tutuklandığı yürüyüş her şey o kadar şimdi ki... Birleşmiş Milletler'in Amerika'yı dışarda tutarak bir kuyrukluyıldız yok etme görevine başlaması. İnsanların kuyrukluyıldız istihdamını desteklemesi - tanıdık geldi mi, kuyrukluyıldızı başka bir şeyle değiştirin, maden, nükleer santral...-. Sadece zenginlikten ve bu zenginlikle -sanki ellerindeki yeterli değilmiş gibi- açlığı bitirmekten, Mars'a yerleşmekten bahseden büyük yatırımcılar. Yüzde yüz değil yüzde doksan eminmişsiniz, hadi bunu abartmayalım, kuyrukluyıldız gerçekten var mı diye soran medya...
Bu arada kuyrukluyıldız analojisi de bence çok iyi bir seçimdi. Aklımın tarihe kaymasına sebep oldu. Kuyrukluyıldız gökte görününce aşağıdan korkuyla bakan insanlar, tarih derslerini hatırlayın, üstünden Halley Kuyrukluyıldızı geçen Bizans.
Dr. Mindy'nin bize inanmadınız, işte orada haykırışları. Gözümün önünden koca bir 2021 geçti desem az kalır. Hatta birebir gözümün önüne Meksika Körfezi'ndeki petrol borusu yangını geldi.
Filmin sonunda Dibiasky'nin 'Denediğimize müteşekkirim' lafı kalbime saplanan hançeri bir tur döndürdü olduğu yerde. Dünya'ya çarpan kuyrukluyıldız, tüm bunlardan bihaber kaçışmaya çalışan hayvanlar ve Amazonlar'da ritüel yapan bir şaman ise artık gözlerimde birikmiş olan yaşların boşalmasına sebep oldular.
Evet biliyorum, kuyrukluyıldızı ilk ben farketmedim ve Dünya'yı kurtarmak çok iddialı bir hedef. Ama bu durum omuzlarımda şu an bacağımda yatan kedim Garavel'den, Afrika'daki bir file, Amazonlar'daki bir sinek kuşuna nefes alan her canlının nefes almaya devam etmesini sağlamaya -en azından- çalışmanın ağırlığını hissetmediğim anlamına gelmiyor.
Don't Look Up, günlük yaşamımıza devam ederken aslında hesaba katmamız gereken ne kadar çok şey olduğunu tekrar hatırlattı bana. Gözlerimi doldurdu, nefesimi kesti. Şimdi gidip 350'nin konuyla ilgili yazısını okuyacağım. Climate anxiety'den çokça bahsettim çevreme, buradan da yazayım. Bu konular hakkında konuşmak sizi çok üzüyor olabilir. Ama değişimin kendisi sizsiniz. İyimser olmak zorunda değilsiniz ama elinizden geleni yapmanız gerek. Ancak o zaman bir şeyleri değiştirebilir, geleceğe yön verebilirsiniz.
COP26'dan bana kalan en güzel sözle, George Monbiot'un bir sözüyle veda edeceğim bugün: 'Yeryüzünde hayatın yok edilmesine izin vermeyeceğiz."
Comments